5 Aralık 2011 Pazartesi

Kız Kıza Pazar Gezmesi


Dün eşim arkadaşıyla Pes oynamak için evden çıkınca güneşli hava içimi kemirdi. Twitterdan Sümeyye'nin sıkıldığını görünce O'na hemen bir teklifte bulundum ve dışarı çıkıp birlikte hava almak üzere kandırdım.
İyi ki de kandırmışım. Yeniköy Takanik'de mükemmel bir salata eşliğinde ne zamandır canımın çektiği bir hamsi tava yedik. Bir yandan da Sümeyye ile sohbet edince öyle lezzetliydi ki. Balıklarımızdan sonra Sümeyye'nin tavsiyesi üzerine fırında tahin helvası yedik. Daha önce tatmamıştım; ama o da çok güzelmiş.


Yemek sonrası yol boyunca, deniz kenarında biraz yürüyüp hava alalım istedik. Tamda sarı yaprak özlemimin üstüne kaldırım kenarına süpürülmüş yaprakları göründe dayanamadık.. Üstlerine oturduk, yaprakları havalara savurduk durduk :) Yoldan geçen arabaları umursamadık bile, öyle zevkliydi ki o kuru yapraklara dokunmak. Minik bi kız çocuğunun da fotoğraflarını çekti annesi yaprakların içinde. Hadi ufacık kız neyse de bizimki komik oldu galiba :P



Deniz kenarında da azıcık yürüdük, hava kararmaya başlayınca ve biraz da üşüyünce geri döndük. Sümeyye'yi evine bırakıp güzel günümüzü sonlandırmış olduk. 
Bu arada Sümeyye dün akşam hızlı davrandı ve hemen günün yazısını yazdı. Hepiniz okumuşsunuzdur; ama yine de burdan tekrar bakabilirsiniz. Söylemeden geçemeyeceğim yazısında benim de sayfamın linkini verince blogum hiç görmediği kadar bir hit yapmış dün :) Kendisine bunun için ayrıca teşekkür ediyorum ;)

Ben yine yazarım gençler. İyi bakın kendinize.

2 Aralık 2011 Cuma

Sonbahar Yaprakları..

Bu sarı sonbahar yaprakları üzerine yürüyesim var.. Böyle adım attıkça çıkan o hışırtılı sesi duyasım var..
Yağmur yağmadan bi basmalı o yapraklara en kısa zamanda..





Bu seferki yazı böyle olsun.. Ordan burdan fotoğraflarla dolsun..

17 Kasım 2011 Perşembe

Ordu'da Kar ;)

Cuma akşamı yağmurla beraber gittiğimiz Ordu'da, saat gece yarısına gelirken sulu sulu kar yağmaya başladı. Öyle hoşuma gitti ki gece vakti o yağan kar. Sonra biz yatıp uyuyana kadar iyice kara çevirdi. Sabaha kadar yağar mı acaba diye diye uyuduk. Cumartesi sabahı bir uyandık ki; her yer BEMBEYAZZ!
Uyandığımız gibi, daha kahvaltımızı bile yapmadan eşimle birlikte attık kendimizi karlara.

Görüldüğü gibi kendini kara atan ben :) Öyle güzeldi ki üzerime düşen karları izlemek..
~~

Bu fotoğrafı çok sevdim. Öyle güzel görünüyor ki kar altındaki evler.. 
Sence de öyle değil mi?
~~

Allah'tan havanın soğuk olabileceğini düşündüm de yanıma botlarımı almıştım. 
Gerçi kar beklemiyordum :)
~~

Bahçeler, ağaçlar, yollar, elektrik direkleri bile bembeyaz oldu..
~~

Biz iyice yorulunca kahvaltımızı yapmak için içeri girerken kar daha da kocaman yağmaya başladı. Camdan izlemesi de çok keyifliydi. Ne zamandır böyle kar görmediğim çok belli oluyor değil mi :)
Cumartesi günümüz kar topu oynamakla, karı evden izlemekle, bavulumuzu toparlamakla geçip gitti.

Pazar günü kalktığımızda kar yağışı bitmişti; ama karlar hala sapasağlam duruyordu. Hazırlıklarımızı tamamlayıp, kayınvalidem ve kayınpederimle vedalaştıktan sonra yola koyulduk nihayet. Köyden çıkışımız karla kaplı yollar nedeniyle biraz zor oldu; ama Perşembe'ye doğru inerken yavaş yavaş karlar azalmaya başlamıştı bile.
Her seferinde olduğu gibi eve dönüş yolu yine uzun geldi bana, zaten hep yan koltukta oturmak da çok sıkıcı oluyor. Allah'tan Bolu'da eşimin kuzenlerine uğradık da biraz olsun açıldık. 23 sularında çok şükür ki evimizdeydik.
Devamlı yolda, araba üstünde olunca insan sanki bir hafta değil de bir aydır evinden uzakmış gibi geliyor. Aslında böyle söylediğime bakmayın çok da güzel oldu. Hem bizim için değişiklik oldu, hem de eşimin anne ve babası bizim onlarla olmamızdan dolayı çok mutlu oldular. Her seferinde iyi ki geldiniz demelerinden bunu gayet iyi anlamış olduk ;)

Vee sonunda bayram tatili yazımı tamamlamayı başardım. Bu aralar kendimden beklemediğim bir  performansla yazdım durdum, bakalım ne kadar sonra gelirim bir dahaki yazım için.

Kendinize iyi bakın gençler ve kendini genç hissedenler ;))

16 Kasım 2011 Çarşamba

Ordu Sonrası Rize Günleri


Evett, nerede kalmıştık. Sabah erkenden annemin bizi uyandırmasıyla kalkıp hazırlandık, doğruca otele gittik. Otelde kahvaltımızı yaptık ve Rize'ye doğru yola koyulduk. Erkenden yola koyulduğumuz için saat 12 civarında Rize'deydik. Önce babannemin kardeşine Refika teyzeye uğradık. Babannem de bir kaç gün önce oraya gitmişti zaten. Onun için de bizi görmek çok güzel oldu. Çok fazla oturmadık, ev için market alışverişini yapıp mahallemiz Dağsu'nun yoluna koyulduk. Çok acıkmıştık onun için doğruca Dağmaran'a gittik. 
Beş altı sene önce Rize'ye gittiğimde o zaman yeni açılan Dağmaran'da yediğim sac kavurmanın tadı damağımda kalmıştı. Her gidene Dağmaran'da benim için sac kavurma ye mutlaka diye tembihlerdim hep. Muhlama ve sac kavurmalarımızın siparişini verip manzaranın tadını çıkardık, bol bol fotoğraf çektik. 
Tabi yemeklerimizin bir tanecik bile fotoğrafı yok. Nasıl bir açlık vardı artık siz düşünün, tek bir kare bile çekmeyi akıl edememişim :)


Annecimle babacım. Babam anneme bir yerleri tarif ediyor. 
Ordular ilk hedefiniz Akdeniz, ileri! gibi olmamış mı :)

Dağmaran dönüşü, evimize giderken Rize'deki heyelan dolayı kayıp giden toprak yol bizi oldukça korkutsa da sağ selamet eve ulaştık çok şükür. O akşam için aslında Dağmaran'a çıkıp nargile içme gibi bir planımız vardı; ama ben biraz yorgun ve keyifsiz olunca eşim ve kardeşim gittiler. Ben de annem ve babamla televizyon karşısında oturdum. Gerçi pek televizyon izlediğim söylenemez, devamlı uyuyup uyandım. 

Ertesi gün hava tipik Rize havasıydı, kapalı ve yağmurlu. Zaten bir gün önceki güneşe çok şaşırmıştık. Tabi Rize ahalisi gibi bizi de yağmur durduramadı ve çarşıya indik. Rize'nin merkezinde çok fazla gezilip görülecek bir yer yok doğrusu. Sadece Rize Kalesi ve Ziraat Botanik ve Çay Bahçesi var. Biz de adettendir diye eşime oraları gezdirdik; ama hava yağmurlu olunca yaz günlerinin o canlılığı yoktu etrafta. 

Rize Kalesi
~~

Rize Kalesi'nden Rize manzarası. Çok da iç açıcı görünmüyor değil mi :(~
~~

 Burası da Ziraat. Ziraate en son ne zaman gitmiştim hatırlamıyorum; ama yağmurlu çamurlu olmasına rağmen çok sevdim. Koca koca manolya ağaçları vardı. Hiç o kadar büyüklerini görmemiştim. İnşallah yağmurlu olmayan bir yaz gününde de gitmek nasip olur da, oturup çay içebiliriz. 
 ~~

Yine Ziraat'ten bir kare.. 

Yine karnımız acıkınca babam bizi Rize'nin iki meşhur lokantalarından biri olan Bekiroğlu'na götürdü. Rize'yi bilenler bilir. İki tane meşhur pidecisi vardır; biri dediğim gibi Bekiroğlu, diğeri de Huzur. 

Yemeklerimizi yedikten sonra eve çıkmaya niyetlenmişken benim ısrarlarım üzerine yine dağ başında yeni açılan bir başka kafeye gidelim dedik. Zaten Rize'de dağ başları Dağmaran'dan sonra öyle kıymetlenmiş ki. Oralarda her evi olan hemen kafeye çevirmiş. Maşallah güzel de iş yapıyor hepsi. Bizimkilerin geçen bayram tatilinde gittikleri, manzarasını anlata anlata bitiremedikleri Şahin Tepesi'ne gittik. Amaç çay içip tatlı yemek ;) Hep yemek zaten başka bir şey yok :))

 Bizimkilerin dediği kadar varmış değil mi manzara? 
~~

Bakır fincandaki kahvemiz de şahane duruyor değil mi? Yalnız ben baklava yiyeyim dedim; ama hiç güzel değildi.. I-ııhh beğenmedim..

Rize'deki son günümüzde yine erken uyandık kahvaltımızı yapıp erkenden çarşıya indik. Cuma saatine kadar  çarşı alışverişlerimizi yaptık, babacığım sağolsun bol bol çay, peynir, tereyağı aldı bizim içini tabi bir de koca bir poşet rize simidi :) Namazdan sonra yine babamın ısrarlarıyla Huzur Pide'ye gittik. Huzur eksik kalmasın dedik :p Bu sefer hadi kapanış yapıyorum diyerek kıymalı pide yedim; ama babamın yediği peynirli de gözüm kalmadı desem yeridir. Bir de yazmadan geçemeyeceğim Bekiroğlu'nda da, Huzur'da da çorba içtim, bu kadar mı bol kepçe olur. Kocaman bir tas geldi her ikisinde de. Üstüne de bir de pide yemek çok hoş oldu tabi. 
Yemek sonrasında artık hazır olduğumuz için annemlerden ayrılıp tekrar Ordu yoluna koyulduk. Kara kara bulutlara doğru gidince, yağmurla beraber Ordu'ya kadar gitmemiz kaçınılmaz oldu.

Aslında bu yazıyla birlikte tatilimizi tamamlayacaktım; ama Ordu'ya gittiğimiz gece bizi karşılayan bir de kar maceramız var. Onu da ayrı bir yazı olarak yazasım geldi. Hem daha fazla bu yazıyı da uzatmamış olurum değil mi gençler ;)
Yine görüşiciizz inşallah ;)

14 Kasım 2011 Pazartesi

Ordu Fatihi Geri Döndüü :)

Bir önceki yazımda yazdığım gibi Ordu'dan bol fotoğrafla dönmüş bulunmaktayım.
Cuma günü saati 01:30 kurduğumu zannederek erkenden uykuya yattık eşimle. Ama saat çalmayınca saat 5 sularında gözlerim açıldı. Hemen hazırlanıp yola çıktık. Arabaya bindiğimizde saat sabahın 6sıydı. Sabah saatlerinde yola çıkınca ara ara sisin içinde kalınca ben paniklesem de güneşim doğmasıyla yavaş yavaş sis de dağıldı. İki molanın ardından Ordu'ya kayın valimdemlerin yanına vardık. Köy yolu yemyeşil ve ışıksız bir yol olunca karanlıkta köye çıkmak
korkutucu oldu doğrusu. Ertesi gün Ordu'ya inerken ne kadar güzel bir manzarayla çıkıldığını gündüz gözüyle görünce farkettim.

1. gün sabah erkenden daha güneş doğmadan gözlerimiz açıldı. Havadan mıdır, oksijenden midir bilemedim. Erkenden kahvaltımızı yapıp dışarıya attık kendimizi. Önce köyde gezindik, öğleden sonra da hep beraber Ordu'nun merkezine indik. Kendi memleketim Rize'yle kıyasladığımda oldukça gelişmiş bir şehir Ordu. Daha nizamlı, intizamlı. Fidangör diye bir yeri var. Uzun bir cadde. Alışveriş için her türlü mağazayı orada gördük. Zaten arefe günü olduğu için öyle kalabalıktı ki, şöyle yalandan bir dolanıp kaçtık. Yediğimiz birçok pidenin ilkini Meşhur Pideci diye bir yerde yedik. Ama öyle yağlıydı ki, pek sevmedim kendisini. Yavaş yavaş gün karardığı için çok geçe kalmadan evin yolunu tuttuk.

2. gün malum bayramın 1. günüydü. Eşimle kayın pederim erkenden kalkıp bayram namazı için camiye ve ardından kurban kesiminin başına gittiler. Bu arada biz kayın validemle kahvaltıyı hazırlarken çok geçmeden kurban işleri biten eşim ve kayın pederim geldiler. Bayramlaştıktan sonra, kahvaltımızı yaptık. Bu arada bir yandan kavurmamız pişti, misafirlerimiz geldi gitti ve yine çabucacık akşam oldu.

3. gün ekstra bir mutluydum çünkü annem babam ve kardeşim sabah erkenden yola çıktılar bize doğru. Onları Perşembe'de karşılamak üzere eşimle ve kayınpederimle öğleden sonra evden çıktık. Önce köyün az aşağısındaki akrabalara uğradık. Bir tanesinin kapısının önündeki keçileri sevmeden edemedim  tabi :) Perşembe'de kayınpederimi bıraktıktan sonra deniz kenarındaki dalgaları izledik eşimle. Çok fazla beklemeden zaten bizimkiler gelmiş ve daha önceden rezervasyon yaptırdıkları otele yerleşmişlerdi. Hemen gidip onları ve kayın pederimi alıp doğruca köye çıktık.
Kayın validemin yaptığı harika yemeklerden oluşan sofraya oturduk hep beraber. Geç vakitlere doğru bizimkiler kalkmak isteyince kayın validemler bırakmadı ve ısrarlara dayanamayan annemler de bizimle kaldılar.


4.gün sabah yine erkenden uyanıp kahvaltımızı yaptık ve Ordu'ya Boztepe'ye çıkmak üzere hazırlandık. Bayram ve havanın güzel olmasıyla birlikte öyle kalabalıktı ki teleferik kuyruğu. Kuyrukta fotoğraf çekilip durunca ve muhabbet edince Allah'tan çabucak vakit geçti ve sıra bize gelmiş oldu.
Atladık teleferiğimize Boztepe'ye doğru yola koyulduk. Yükseklerde olmak çok güzeldi, zaten güle oynaya, fotoğraf çeke çeke çıkınca daha da eğlenceli oldu. Yukarıdaki fotoğrafta babam ve kayınpederimi Ordu'yu izlerken görüyorsunuz.
Diğerinde de annemle ben :)  Aslında öyle çok fotoğraf var kii. Hangi birini koysam diye düşünüp duruyorum.  Fotoğrafları sıra sıra koymak daha mı mantıklı acaba bilemedim :)
Kardeşimmle..
~~
Eşimle..

Ay her fotoğrafta da ben mi varım ne :p Napim canım benim blogum değil mi bu :) 


Bu da teleferik inişinde çektiğim bir Ordu fotoğrafı.

Teleferikten sonra fazlasıyla acıkmıştık ve doğruca tabi ki pide yemeye Aktaşlar'a gittik. Buradaki pideyi sevdim doğrusu. Benim sevdiğim gibi ince hamurlu kıtır kıtırdı. 
Daha sonra annemleri otellerine bırakıp ertesi gün sabah buluşup Rize'ye doğru yola çıkmak üzere sözleştik. 
Bayram tatili yazıma burada bir virgül koyuyorum. Bir dahaki yazımda Rize günleriyle başlayıp tatil yazımı bitirmiş olacağım inşallah. 
Kendinize iyi bakın gençler. 

2 Kasım 2011 Çarşamba

Bayrama dört kala ;)

Ne zamandır yazayım yazayım diyorum; ama bir türlü elim gitmemişti klavyeye.. Bu süre zarfında hepinizin bildiği gibi Van depremi oldu ve ne yazık ki bir çok kayıplarımız oldu millet olarak.. Allah ölenlere rahmet eylesin, ardında kalanlara da sabır inşallah. Dilerim bundan sonra böyle acı olaylar yaşanmaz bu artık bu ülkede.

Bana dönecek olursak bu arada bir sürü şey oldu elbette. Şöyle kısa kısa yazarak fotolu bir yazı yazalım da, ara kapansın dimi ;)

Geçen hafta sonu eşimle birlikte eve kapanıp kitap kurdu şeklinde kitap okuduk. Tabi tüm gün evde battaniye altında elde kitapla pinekleyince akşama doğru bir bıkkınlık hali geldi ve hazırlandığımız gibi kendimizi dışarı attık. İlk aklımıza gelen Pierre Loti oldu ve uzun zamandır da gitmediğimiz için doğruca yola koyulduk. Arabamızı park ettikten sonra yol kenarındaki küçük dükkanlardan birinde çektim aşağıdaki fotoğrafı. Süs amaçlı kullanıldıklarını düşündüğüm  bu küçük, sevimli mobilyalar çok hoşuma gitti. Ben de hemen fotoğrafladım şekil bir a :p


Tabi hafta sonu olunca hemen manzaranın önünde yer bulmak da zor oluyor, biz de ortalarda bir masaya geçtik ve orta şekerli kahvelerimizi söyledik. Kahvelerimiz gelene kadar bir yandan eşimle sohbet edip manzarayı izlerken, bir yandan da fotoğraf çektik.


Ve... ardından kahvelerimiz geldi ve onların da fotoğraflarını çektim elbette ;)


Kahve ve muhabbetin ardından sırtıma aldığım kalın şalıma rağmen çok üşüyünce kalkmak zorunda kaldık..
Üşüyen bünyeye ne iyi gelir deyip çorba içmeye karar verdik ve Tarihi Haliç İşkembecisi'nde çorba içtik. Eşim işkembe içti; ama ben işkembeye burun bükerek mis gibi mercimekle içimi ısıtmayı başardım hamdolsun. Henüz gece bitmediğinden ani bir kararla sinemaya gitmeye karar verdik ve In Time "Zamana Karşı" filmine girdik. İlginç bir konusu, kurgusu vardı; ama gereğinden fazla uzatılmış gibi geldi bana. Neyse ki sinemada uyumadan evimize gelebilmeyi başardık film sonrası. Çoğu evde geçen günümüz oldukça dolu dolu geçmiş oldu.

Ertesi gün yani pazar günü, bir önceki günden Media Markt'ta görüp bayıldığımız lensi almak için yola çıktık. Ve kendi slrmizle deneyip sonucundan da memnun kalınca hemen aldık ve lensimize kavuşmuş olduk.
Sağda 450d'min yeni lensiyle pozunu görüyorsunuz. Bu arada aldığımız lens Canon 50mm f/1.8 merak edenler için. Bol bol portre fotoğrafı çekmeklik yani ;)

Eve geldikten sonra eşimin abisini ve eltimi bize davet ettik. Tabi yakışıklı oğullarıyla birlikte geldiler sağolsunlar. Beyler televizyondaki maçla ilgilenirken biz de eltim Şeyma ile bu küçük delikanlıdan fırsat buldukça sohbet ettik. Sonra eşim bol bol fotoğraf çekti bize. Çekilen bütün fotoğraflar çok güzeldi; ama en güzel fotoğraflar Emirhan'ın, yani küçük paşanındı. MAŞALLAH'ları unutmayalım lütfen!! Allah nazarlardan saklasın,  korusun inşallah O'nu ve bütün bebekleri.

Evett aşağı yukarı kısa bir özet geçmiş oldum sanırım. Zaman öyle çabuk geçiyor ki, düşünüyorum da biz evleneli bile dört ayı geçer olmuş. Bak daha Ramazan bayramı yeni geçip gitti, Kurban bayramına eriştik hamdolsun. Bu bayram için Allah'ın izniyle eşimin memleketi Ordu'ya kayın validem ve kayın pederimin yanına gideceğiz, sonradan annem ve babam da inşallah bize katılacak ve oradan da benim memleketim Rize'ye gideceğiz.

İnşallah güzel bir bayram olur herkes için. Şimdiden Kurban bayramınız kutlu olsun cemaat.
Bayram sonrası inşallah yine bol fotoğraflı bir yazıyla burada olacağım.

20 Ekim 2011 Perşembe

Yorumsuz!

İki gündür şehit haberleri aldı başını gidiyor. Ne yazık ki yıllardır öyle normalleştirildi ki bu yapılanlar, iki üzülüp ah vah ediyoruz, sonra herkes kaldığı yerden devam ediyor. İktidar bıçak kemiğe dayandı, gereken yapılacak deyip duruyor; ama nedense bir türlü bitmiyor yaşananlar. Muhalefet desen her fırsatta iktidara sataşmak için şehitleri bile kullanıyor ve istifaya davet ediyor. Sanki istifa etmek neyi değiştirecekse. Tabi biliyor ki istifa etmedikçe oradan kolay kolay inemeyecekler. pkk yandaşları da samimiyetsizce üzüntülüyüz diye demeç veriyor. Yani hiç bir şey değişmiyor bu memlekette. Olan o yavrucaklara da olmuyor, Allah'ın izniyle şehit olup güzel makamlara erişiyorlar; ama ya aileleri, anneleri, babaları, eşleri, çocukları. Ardında gözü yaşlı kalanlara oluyor ne oluyorsa. Bak şehitlerden bi tanesi 15Temmuz'da evlenmek için gün almış nişanlısıyla. İnsanın tüyleri ürperiyor, damarları çekiliyor düşündükçe. Allah'ım sabırlar versin yakınlarına. o şerefsizlerin de, arkasındaki güçlerin de tez zamanda hakettiğini versin. Artık ne gerekiyorsa, -savaş gerekiyorsa savaş- yapılır inşallah. Rabbim hakkımızda hayırlısını versin.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kız Kıza Pazar Gezmesi


Dün eşim arkadaşıyla Pes oynamak için evden çıkınca güneşli hava içimi kemirdi. Twitterdan Sümeyye'nin sıkıldığını görünce O'na hemen bir teklifte bulundum ve dışarı çıkıp birlikte hava almak üzere kandırdım.
İyi ki de kandırmışım. Yeniköy Takanik'de mükemmel bir salata eşliğinde ne zamandır canımın çektiği bir hamsi tava yedik. Bir yandan da Sümeyye ile sohbet edince öyle lezzetliydi ki. Balıklarımızdan sonra Sümeyye'nin tavsiyesi üzerine fırında tahin helvası yedik. Daha önce tatmamıştım; ama o da çok güzelmiş.


Yemek sonrası yol boyunca, deniz kenarında biraz yürüyüp hava alalım istedik. Tamda sarı yaprak özlemimin üstüne kaldırım kenarına süpürülmüş yaprakları göründe dayanamadık.. Üstlerine oturduk, yaprakları havalara savurduk durduk :) Yoldan geçen arabaları umursamadık bile, öyle zevkliydi ki o kuru yapraklara dokunmak. Minik bi kız çocuğunun da fotoğraflarını çekti annesi yaprakların içinde. Hadi ufacık kız neyse de bizimki komik oldu galiba :P



Deniz kenarında da azıcık yürüdük, hava kararmaya başlayınca ve biraz da üşüyünce geri döndük. Sümeyye'yi evine bırakıp güzel günümüzü sonlandırmış olduk. 
Bu arada Sümeyye dün akşam hızlı davrandı ve hemen günün yazısını yazdı. Hepiniz okumuşsunuzdur; ama yine de burdan tekrar bakabilirsiniz. Söylemeden geçemeyeceğim yazısında benim de sayfamın linkini verince blogum hiç görmediği kadar bir hit yapmış dün :) Kendisine bunun için ayrıca teşekkür ediyorum ;)

Ben yine yazarım gençler. İyi bakın kendinize.

2 Aralık 2011 Cuma

Sonbahar Yaprakları..

Bu sarı sonbahar yaprakları üzerine yürüyesim var.. Böyle adım attıkça çıkan o hışırtılı sesi duyasım var..
Yağmur yağmadan bi basmalı o yapraklara en kısa zamanda..





Bu seferki yazı böyle olsun.. Ordan burdan fotoğraflarla dolsun..

17 Kasım 2011 Perşembe

Ordu'da Kar ;)

Cuma akşamı yağmurla beraber gittiğimiz Ordu'da, saat gece yarısına gelirken sulu sulu kar yağmaya başladı. Öyle hoşuma gitti ki gece vakti o yağan kar. Sonra biz yatıp uyuyana kadar iyice kara çevirdi. Sabaha kadar yağar mı acaba diye diye uyuduk. Cumartesi sabahı bir uyandık ki; her yer BEMBEYAZZ!
Uyandığımız gibi, daha kahvaltımızı bile yapmadan eşimle birlikte attık kendimizi karlara.

Görüldüğü gibi kendini kara atan ben :) Öyle güzeldi ki üzerime düşen karları izlemek..
~~

Bu fotoğrafı çok sevdim. Öyle güzel görünüyor ki kar altındaki evler.. 
Sence de öyle değil mi?
~~

Allah'tan havanın soğuk olabileceğini düşündüm de yanıma botlarımı almıştım. 
Gerçi kar beklemiyordum :)
~~

Bahçeler, ağaçlar, yollar, elektrik direkleri bile bembeyaz oldu..
~~

Biz iyice yorulunca kahvaltımızı yapmak için içeri girerken kar daha da kocaman yağmaya başladı. Camdan izlemesi de çok keyifliydi. Ne zamandır böyle kar görmediğim çok belli oluyor değil mi :)
Cumartesi günümüz kar topu oynamakla, karı evden izlemekle, bavulumuzu toparlamakla geçip gitti.

Pazar günü kalktığımızda kar yağışı bitmişti; ama karlar hala sapasağlam duruyordu. Hazırlıklarımızı tamamlayıp, kayınvalidem ve kayınpederimle vedalaştıktan sonra yola koyulduk nihayet. Köyden çıkışımız karla kaplı yollar nedeniyle biraz zor oldu; ama Perşembe'ye doğru inerken yavaş yavaş karlar azalmaya başlamıştı bile.
Her seferinde olduğu gibi eve dönüş yolu yine uzun geldi bana, zaten hep yan koltukta oturmak da çok sıkıcı oluyor. Allah'tan Bolu'da eşimin kuzenlerine uğradık da biraz olsun açıldık. 23 sularında çok şükür ki evimizdeydik.
Devamlı yolda, araba üstünde olunca insan sanki bir hafta değil de bir aydır evinden uzakmış gibi geliyor. Aslında böyle söylediğime bakmayın çok da güzel oldu. Hem bizim için değişiklik oldu, hem de eşimin anne ve babası bizim onlarla olmamızdan dolayı çok mutlu oldular. Her seferinde iyi ki geldiniz demelerinden bunu gayet iyi anlamış olduk ;)

Vee sonunda bayram tatili yazımı tamamlamayı başardım. Bu aralar kendimden beklemediğim bir  performansla yazdım durdum, bakalım ne kadar sonra gelirim bir dahaki yazım için.

Kendinize iyi bakın gençler ve kendini genç hissedenler ;))

16 Kasım 2011 Çarşamba

Ordu Sonrası Rize Günleri


Evett, nerede kalmıştık. Sabah erkenden annemin bizi uyandırmasıyla kalkıp hazırlandık, doğruca otele gittik. Otelde kahvaltımızı yaptık ve Rize'ye doğru yola koyulduk. Erkenden yola koyulduğumuz için saat 12 civarında Rize'deydik. Önce babannemin kardeşine Refika teyzeye uğradık. Babannem de bir kaç gün önce oraya gitmişti zaten. Onun için de bizi görmek çok güzel oldu. Çok fazla oturmadık, ev için market alışverişini yapıp mahallemiz Dağsu'nun yoluna koyulduk. Çok acıkmıştık onun için doğruca Dağmaran'a gittik. 
Beş altı sene önce Rize'ye gittiğimde o zaman yeni açılan Dağmaran'da yediğim sac kavurmanın tadı damağımda kalmıştı. Her gidene Dağmaran'da benim için sac kavurma ye mutlaka diye tembihlerdim hep. Muhlama ve sac kavurmalarımızın siparişini verip manzaranın tadını çıkardık, bol bol fotoğraf çektik. 
Tabi yemeklerimizin bir tanecik bile fotoğrafı yok. Nasıl bir açlık vardı artık siz düşünün, tek bir kare bile çekmeyi akıl edememişim :)


Annecimle babacım. Babam anneme bir yerleri tarif ediyor. 
Ordular ilk hedefiniz Akdeniz, ileri! gibi olmamış mı :)

Dağmaran dönüşü, evimize giderken Rize'deki heyelan dolayı kayıp giden toprak yol bizi oldukça korkutsa da sağ selamet eve ulaştık çok şükür. O akşam için aslında Dağmaran'a çıkıp nargile içme gibi bir planımız vardı; ama ben biraz yorgun ve keyifsiz olunca eşim ve kardeşim gittiler. Ben de annem ve babamla televizyon karşısında oturdum. Gerçi pek televizyon izlediğim söylenemez, devamlı uyuyup uyandım. 

Ertesi gün hava tipik Rize havasıydı, kapalı ve yağmurlu. Zaten bir gün önceki güneşe çok şaşırmıştık. Tabi Rize ahalisi gibi bizi de yağmur durduramadı ve çarşıya indik. Rize'nin merkezinde çok fazla gezilip görülecek bir yer yok doğrusu. Sadece Rize Kalesi ve Ziraat Botanik ve Çay Bahçesi var. Biz de adettendir diye eşime oraları gezdirdik; ama hava yağmurlu olunca yaz günlerinin o canlılığı yoktu etrafta. 

Rize Kalesi
~~

Rize Kalesi'nden Rize manzarası. Çok da iç açıcı görünmüyor değil mi :(~
~~

 Burası da Ziraat. Ziraate en son ne zaman gitmiştim hatırlamıyorum; ama yağmurlu çamurlu olmasına rağmen çok sevdim. Koca koca manolya ağaçları vardı. Hiç o kadar büyüklerini görmemiştim. İnşallah yağmurlu olmayan bir yaz gününde de gitmek nasip olur da, oturup çay içebiliriz. 
 ~~

Yine Ziraat'ten bir kare.. 

Yine karnımız acıkınca babam bizi Rize'nin iki meşhur lokantalarından biri olan Bekiroğlu'na götürdü. Rize'yi bilenler bilir. İki tane meşhur pidecisi vardır; biri dediğim gibi Bekiroğlu, diğeri de Huzur. 

Yemeklerimizi yedikten sonra eve çıkmaya niyetlenmişken benim ısrarlarım üzerine yine dağ başında yeni açılan bir başka kafeye gidelim dedik. Zaten Rize'de dağ başları Dağmaran'dan sonra öyle kıymetlenmiş ki. Oralarda her evi olan hemen kafeye çevirmiş. Maşallah güzel de iş yapıyor hepsi. Bizimkilerin geçen bayram tatilinde gittikleri, manzarasını anlata anlata bitiremedikleri Şahin Tepesi'ne gittik. Amaç çay içip tatlı yemek ;) Hep yemek zaten başka bir şey yok :))

 Bizimkilerin dediği kadar varmış değil mi manzara? 
~~

Bakır fincandaki kahvemiz de şahane duruyor değil mi? Yalnız ben baklava yiyeyim dedim; ama hiç güzel değildi.. I-ııhh beğenmedim..

Rize'deki son günümüzde yine erken uyandık kahvaltımızı yapıp erkenden çarşıya indik. Cuma saatine kadar  çarşı alışverişlerimizi yaptık, babacığım sağolsun bol bol çay, peynir, tereyağı aldı bizim içini tabi bir de koca bir poşet rize simidi :) Namazdan sonra yine babamın ısrarlarıyla Huzur Pide'ye gittik. Huzur eksik kalmasın dedik :p Bu sefer hadi kapanış yapıyorum diyerek kıymalı pide yedim; ama babamın yediği peynirli de gözüm kalmadı desem yeridir. Bir de yazmadan geçemeyeceğim Bekiroğlu'nda da, Huzur'da da çorba içtim, bu kadar mı bol kepçe olur. Kocaman bir tas geldi her ikisinde de. Üstüne de bir de pide yemek çok hoş oldu tabi. 
Yemek sonrasında artık hazır olduğumuz için annemlerden ayrılıp tekrar Ordu yoluna koyulduk. Kara kara bulutlara doğru gidince, yağmurla beraber Ordu'ya kadar gitmemiz kaçınılmaz oldu.

Aslında bu yazıyla birlikte tatilimizi tamamlayacaktım; ama Ordu'ya gittiğimiz gece bizi karşılayan bir de kar maceramız var. Onu da ayrı bir yazı olarak yazasım geldi. Hem daha fazla bu yazıyı da uzatmamış olurum değil mi gençler ;)
Yine görüşiciizz inşallah ;)

14 Kasım 2011 Pazartesi

Ordu Fatihi Geri Döndüü :)

Bir önceki yazımda yazdığım gibi Ordu'dan bol fotoğrafla dönmüş bulunmaktayım.
Cuma günü saati 01:30 kurduğumu zannederek erkenden uykuya yattık eşimle. Ama saat çalmayınca saat 5 sularında gözlerim açıldı. Hemen hazırlanıp yola çıktık. Arabaya bindiğimizde saat sabahın 6sıydı. Sabah saatlerinde yola çıkınca ara ara sisin içinde kalınca ben paniklesem de güneşim doğmasıyla yavaş yavaş sis de dağıldı. İki molanın ardından Ordu'ya kayın valimdemlerin yanına vardık. Köy yolu yemyeşil ve ışıksız bir yol olunca karanlıkta köye çıkmak
korkutucu oldu doğrusu. Ertesi gün Ordu'ya inerken ne kadar güzel bir manzarayla çıkıldığını gündüz gözüyle görünce farkettim.

1. gün sabah erkenden daha güneş doğmadan gözlerimiz açıldı. Havadan mıdır, oksijenden midir bilemedim. Erkenden kahvaltımızı yapıp dışarıya attık kendimizi. Önce köyde gezindik, öğleden sonra da hep beraber Ordu'nun merkezine indik. Kendi memleketim Rize'yle kıyasladığımda oldukça gelişmiş bir şehir Ordu. Daha nizamlı, intizamlı. Fidangör diye bir yeri var. Uzun bir cadde. Alışveriş için her türlü mağazayı orada gördük. Zaten arefe günü olduğu için öyle kalabalıktı ki, şöyle yalandan bir dolanıp kaçtık. Yediğimiz birçok pidenin ilkini Meşhur Pideci diye bir yerde yedik. Ama öyle yağlıydı ki, pek sevmedim kendisini. Yavaş yavaş gün karardığı için çok geçe kalmadan evin yolunu tuttuk.

2. gün malum bayramın 1. günüydü. Eşimle kayın pederim erkenden kalkıp bayram namazı için camiye ve ardından kurban kesiminin başına gittiler. Bu arada biz kayın validemle kahvaltıyı hazırlarken çok geçmeden kurban işleri biten eşim ve kayın pederim geldiler. Bayramlaştıktan sonra, kahvaltımızı yaptık. Bu arada bir yandan kavurmamız pişti, misafirlerimiz geldi gitti ve yine çabucacık akşam oldu.

3. gün ekstra bir mutluydum çünkü annem babam ve kardeşim sabah erkenden yola çıktılar bize doğru. Onları Perşembe'de karşılamak üzere eşimle ve kayınpederimle öğleden sonra evden çıktık. Önce köyün az aşağısındaki akrabalara uğradık. Bir tanesinin kapısının önündeki keçileri sevmeden edemedim  tabi :) Perşembe'de kayınpederimi bıraktıktan sonra deniz kenarındaki dalgaları izledik eşimle. Çok fazla beklemeden zaten bizimkiler gelmiş ve daha önceden rezervasyon yaptırdıkları otele yerleşmişlerdi. Hemen gidip onları ve kayın pederimi alıp doğruca köye çıktık.
Kayın validemin yaptığı harika yemeklerden oluşan sofraya oturduk hep beraber. Geç vakitlere doğru bizimkiler kalkmak isteyince kayın validemler bırakmadı ve ısrarlara dayanamayan annemler de bizimle kaldılar.


4.gün sabah yine erkenden uyanıp kahvaltımızı yaptık ve Ordu'ya Boztepe'ye çıkmak üzere hazırlandık. Bayram ve havanın güzel olmasıyla birlikte öyle kalabalıktı ki teleferik kuyruğu. Kuyrukta fotoğraf çekilip durunca ve muhabbet edince Allah'tan çabucak vakit geçti ve sıra bize gelmiş oldu.
Atladık teleferiğimize Boztepe'ye doğru yola koyulduk. Yükseklerde olmak çok güzeldi, zaten güle oynaya, fotoğraf çeke çeke çıkınca daha da eğlenceli oldu. Yukarıdaki fotoğrafta babam ve kayınpederimi Ordu'yu izlerken görüyorsunuz.
Diğerinde de annemle ben :)  Aslında öyle çok fotoğraf var kii. Hangi birini koysam diye düşünüp duruyorum.  Fotoğrafları sıra sıra koymak daha mı mantıklı acaba bilemedim :)
Kardeşimmle..
~~
Eşimle..

Ay her fotoğrafta da ben mi varım ne :p Napim canım benim blogum değil mi bu :) 


Bu da teleferik inişinde çektiğim bir Ordu fotoğrafı.

Teleferikten sonra fazlasıyla acıkmıştık ve doğruca tabi ki pide yemeye Aktaşlar'a gittik. Buradaki pideyi sevdim doğrusu. Benim sevdiğim gibi ince hamurlu kıtır kıtırdı. 
Daha sonra annemleri otellerine bırakıp ertesi gün sabah buluşup Rize'ye doğru yola çıkmak üzere sözleştik. 
Bayram tatili yazıma burada bir virgül koyuyorum. Bir dahaki yazımda Rize günleriyle başlayıp tatil yazımı bitirmiş olacağım inşallah. 
Kendinize iyi bakın gençler. 

2 Kasım 2011 Çarşamba

Bayrama dört kala ;)

Ne zamandır yazayım yazayım diyorum; ama bir türlü elim gitmemişti klavyeye.. Bu süre zarfında hepinizin bildiği gibi Van depremi oldu ve ne yazık ki bir çok kayıplarımız oldu millet olarak.. Allah ölenlere rahmet eylesin, ardında kalanlara da sabır inşallah. Dilerim bundan sonra böyle acı olaylar yaşanmaz bu artık bu ülkede.

Bana dönecek olursak bu arada bir sürü şey oldu elbette. Şöyle kısa kısa yazarak fotolu bir yazı yazalım da, ara kapansın dimi ;)

Geçen hafta sonu eşimle birlikte eve kapanıp kitap kurdu şeklinde kitap okuduk. Tabi tüm gün evde battaniye altında elde kitapla pinekleyince akşama doğru bir bıkkınlık hali geldi ve hazırlandığımız gibi kendimizi dışarı attık. İlk aklımıza gelen Pierre Loti oldu ve uzun zamandır da gitmediğimiz için doğruca yola koyulduk. Arabamızı park ettikten sonra yol kenarındaki küçük dükkanlardan birinde çektim aşağıdaki fotoğrafı. Süs amaçlı kullanıldıklarını düşündüğüm  bu küçük, sevimli mobilyalar çok hoşuma gitti. Ben de hemen fotoğrafladım şekil bir a :p


Tabi hafta sonu olunca hemen manzaranın önünde yer bulmak da zor oluyor, biz de ortalarda bir masaya geçtik ve orta şekerli kahvelerimizi söyledik. Kahvelerimiz gelene kadar bir yandan eşimle sohbet edip manzarayı izlerken, bir yandan da fotoğraf çektik.


Ve... ardından kahvelerimiz geldi ve onların da fotoğraflarını çektim elbette ;)


Kahve ve muhabbetin ardından sırtıma aldığım kalın şalıma rağmen çok üşüyünce kalkmak zorunda kaldık..
Üşüyen bünyeye ne iyi gelir deyip çorba içmeye karar verdik ve Tarihi Haliç İşkembecisi'nde çorba içtik. Eşim işkembe içti; ama ben işkembeye burun bükerek mis gibi mercimekle içimi ısıtmayı başardım hamdolsun. Henüz gece bitmediğinden ani bir kararla sinemaya gitmeye karar verdik ve In Time "Zamana Karşı" filmine girdik. İlginç bir konusu, kurgusu vardı; ama gereğinden fazla uzatılmış gibi geldi bana. Neyse ki sinemada uyumadan evimize gelebilmeyi başardık film sonrası. Çoğu evde geçen günümüz oldukça dolu dolu geçmiş oldu.

Ertesi gün yani pazar günü, bir önceki günden Media Markt'ta görüp bayıldığımız lensi almak için yola çıktık. Ve kendi slrmizle deneyip sonucundan da memnun kalınca hemen aldık ve lensimize kavuşmuş olduk.
Sağda 450d'min yeni lensiyle pozunu görüyorsunuz. Bu arada aldığımız lens Canon 50mm f/1.8 merak edenler için. Bol bol portre fotoğrafı çekmeklik yani ;)

Eve geldikten sonra eşimin abisini ve eltimi bize davet ettik. Tabi yakışıklı oğullarıyla birlikte geldiler sağolsunlar. Beyler televizyondaki maçla ilgilenirken biz de eltim Şeyma ile bu küçük delikanlıdan fırsat buldukça sohbet ettik. Sonra eşim bol bol fotoğraf çekti bize. Çekilen bütün fotoğraflar çok güzeldi; ama en güzel fotoğraflar Emirhan'ın, yani küçük paşanındı. MAŞALLAH'ları unutmayalım lütfen!! Allah nazarlardan saklasın,  korusun inşallah O'nu ve bütün bebekleri.

Evett aşağı yukarı kısa bir özet geçmiş oldum sanırım. Zaman öyle çabuk geçiyor ki, düşünüyorum da biz evleneli bile dört ayı geçer olmuş. Bak daha Ramazan bayramı yeni geçip gitti, Kurban bayramına eriştik hamdolsun. Bu bayram için Allah'ın izniyle eşimin memleketi Ordu'ya kayın validem ve kayın pederimin yanına gideceğiz, sonradan annem ve babam da inşallah bize katılacak ve oradan da benim memleketim Rize'ye gideceğiz.

İnşallah güzel bir bayram olur herkes için. Şimdiden Kurban bayramınız kutlu olsun cemaat.
Bayram sonrası inşallah yine bol fotoğraflı bir yazıyla burada olacağım.

20 Ekim 2011 Perşembe

Yorumsuz!

İki gündür şehit haberleri aldı başını gidiyor. Ne yazık ki yıllardır öyle normalleştirildi ki bu yapılanlar, iki üzülüp ah vah ediyoruz, sonra herkes kaldığı yerden devam ediyor. İktidar bıçak kemiğe dayandı, gereken yapılacak deyip duruyor; ama nedense bir türlü bitmiyor yaşananlar. Muhalefet desen her fırsatta iktidara sataşmak için şehitleri bile kullanıyor ve istifaya davet ediyor. Sanki istifa etmek neyi değiştirecekse. Tabi biliyor ki istifa etmedikçe oradan kolay kolay inemeyecekler. pkk yandaşları da samimiyetsizce üzüntülüyüz diye demeç veriyor. Yani hiç bir şey değişmiyor bu memlekette. Olan o yavrucaklara da olmuyor, Allah'ın izniyle şehit olup güzel makamlara erişiyorlar; ama ya aileleri, anneleri, babaları, eşleri, çocukları. Ardında gözü yaşlı kalanlara oluyor ne oluyorsa. Bak şehitlerden bi tanesi 15Temmuz'da evlenmek için gün almış nişanlısıyla. İnsanın tüyleri ürperiyor, damarları çekiliyor düşündükçe. Allah'ım sabırlar versin yakınlarına. o şerefsizlerin de, arkasındaki güçlerin de tez zamanda hakettiğini versin. Artık ne gerekiyorsa, -savaş gerekiyorsa savaş- yapılır inşallah. Rabbim hakkımızda hayırlısını versin.